Powered By Blogger

24 Eylül 2016 Cumartesi

KALKAN-KAŞ-DEMRE


Tatilimizin 3. gününde Kalkan- Kaş arasındaki plajları gezmek için yola koyulduk. Bunlardan ilki Kaputaş plajı (6km) diğerleri Patara plajı (12km), Kaş (24km). Eski adı “Kalamaki” olarak geçiyormuş. Eskiden Rum’ların yoğun yaşadığı bir bölgeymiş. Zaten evlerin biçiminden, eski yapıların durumundan bunu anlamak oldukça kolay. Kalkan oldukça sakin bir görüntüye sahip. Şehirde pansiyon, butik otel ve oteller mevcut. Bunların büyük bir çoğunluğunda kalan turistler ağırlıklı İngilizlerden oluşuyormuş. Şehrin tüm sokaklarını öğrenmeniz için  akşam yürüyüş yapmanız yeterli bu ufacık yerde. Şehirde yemek listelerinden tutunda, tabelalara, araç kiralamadan, su sporlarına, uyarı levhalarına kadar her şey ingilizce yazıyor.  Kendi ülkenizde kendinize yabancı. Bu durum dünyanın başka hiç bir ülkesinde, hiçbir turistik şehrinde yok maalesef. Daha 15 gün oldu İspanya’dan geleli. Bense kendimi hala oradaymışım gibi hissettim. Neden bizde turistlere bu kadar önem verilir bilmem. Oysa ki ben Avrupa gezilerimde yabancı olduğumu o kadar hissediyorum ki hatta hissettiriliyor.
 
 
Kalkan içerisinde yapılacak pek fazla bir şey yok, bir kaç otelin plajı-iskelesi, bir su sporları merkezi, limanı, liman içerisinde tekne turları ve aktivite yapabileceğiniz tur firmaları bulunmakta. Son zamanlarda Kalkan ve Kaş dalış ile ilgili ön plana çıktığından dalış firmaları da bulunuyor.
Birkaç kilometre ileride bulunan Kaputaş Plajı’na araba ile ulaşıyoruz. İnanılmaz bir görüntü. Aman Allahım. O nasıl bir renk kombinasyonu. Tüm doğa uyum içerisinde. Tepeden oldukça yüksekten aşağıyı manzarayı seyrediyoruz. Kaputaj Plajı Kaş ile Kalkan arasındaki sahil yolu üzerinde bulunan kanyon ağzı plajıdır.
 
 
 
 
Yer altından akmakta olan suyun deniz kıyısında kumlar arasından süzülmesi sonucu suyu genel olarak serin ve turkuaz rengindedir. 187 basamak inilerek plaja ulaşılıyor. Karayolları 13. Bölge Müdürlüğü Kaputaş Mevkii'nde resimdeki yarmalar açılırken meydana gelen iş kazasında 4 işçi hayatını kaybetmiş. Plajın hemen yukarısından geçen yolun kenarında; üzerinde, ölen işçilerin isimlerinin bulunduğu 2 adet tabela bulunmakta. Bizde böyle bir güzelliği bizlere ulaştırmak için uğraşan ve ölen bu işçileri rahmetle anıyoruz.
 
 
 
Plaja inebilmek için oldukça fazla basamak inmek durumundasınız. Bu inerken problem yaratmasa da eve dönelim dediğinizde yukarıya doğru tırmanırken sıcakta kalbinizin ağzınızdan çıkacakmış gibi olmasına sebep oluyor. Su dalgalı değil, tertemiz ve bir kaç adım sonra derinleşiyor. Merdivenlerde şemsiye altında içecek ve yiyecek satan yaşlı amca ile teyzeden başka hiçbir satıcı veya tesis yok burada. Bir de belediyenin şezlong kiralayan görevlisi. Şezlonglar tanesi 5 Ytl’den gideceğiniz saate kadar sizde kalabilecek biçimde kiralanıyor. Bunun karşılığında da belediye makbuzu kesiyor görevli.
 
2 saatlik yüzme molasından sonra buradan ayrılarak Kaş’a doğru yolculuk başladı. Kaş’a girişteki manzarının harika olduğunu, otobüsü yolun kenarına park edip oralara serpiştirilmiş banklardan denizi seyretmekten çok keyif aldığımızı da söylemeliyim.

 
 
 
Kaş’a gelince begonvillerle kaplı sokaklarda yürüyerek Likya lahitleri, kaya ve anıt mezarlar ile Kaş Antik Tiyatrosu görmeye doğru yürüdük. Deniz kenarından rahatlıkla fark edilebilen sur kalıntıları insanı kendine hayran bırakıyor.

 

Antiphellos Antik Kenti, tarihi yolculukları sevenlerin ziyaretçi akınına uğramaktadır. Kaş ilçesinin sınırları içinde olan kent, çok önemli eserlerini günümüze kadar taşımayı başarmıştır.
Bu eserlerin en başında ise şehrin kuzeyinde yer alan kayalara oyulmuş mezarlar ile Likya lahitleridir. Lahitlerin en görkemlisi ise Kral Mezarı olarak adlandırılan Likya yazıtlı anıt mezardır ve kesinlikle görülmeye değerdir.
 
Kaş evlerinin arasından Uzunçarşı’da dolanıyorsunuz; renk renk ve ışıl ışıl dükkanlar… Takılar, Kaş desenli, işlemeli binbir türlü hediyelik eşyalar, lokantalar, kafeler derken karşınızda Kral Mezarı olarak bilinen Lahit çıkacak. Kaş’ın en güzel süsü ve en önemli eseri…
 
 
Bu önemli kalıntıların arasında Kaş Antik Tiyatro'su da vardır. 4 bin kişilik bir kapasiteye sahip olan tiyatro M.Ö. 1.yy'da yapılmıştır. Saymakla bitirilmez Antiphellos Antik Kenti'nin kalıntıları. Zengin tarihiyle Kaş'ta konumlanan bu antik kent deniz, kum ve güneşten bir an olsun ayrılıp değişik zamanlar geçirmek isteyenleri bekliyor.
 
Tiyatroda oturup deniz manzarası karşısında tüm karmaşık düşüncelerinizi çözeceksiniz. Bu arada Antiphellos Antik Kenti'nin diğer kalıntılarını da ziyaret etmeyi sakın unutmayın.
Kaş’ın sokaklarında yürürken eski taşlı yollarda yürümekte ayrı bir haz vermekte.

 
Kaş'ta yaptığımız 2 saatlik gezi sonrasında Patara plajına doğru yol almaya başladık.

Araç otoparkının bulunduğu yere park edip, yaklaşık 200m sahile ulaşmak için yapılmış tahta yoldan ilerliyoruz. Biz Patara’ya vardığımızda muhteşem bir manzarayla karşı karşıyaydık. 18km boyunca uzanan o muhteşem kumsallar insanın tüylerini diken diken etmeye yetiyor. Plajın girişte kalan kısmı kalabalık fakat diğer alanlar oldukça müsait, ee ne de olsa 18km uzunluğunda. Yiyecek ve içecek ihtiyaçlarınızı karşılamanız için bir büfe bulunuyor, duşlar ya da giyinme kabinleri de burada aynı yerde bulunuyor. Plaj iki alana ayrılmış. Tahta parçaları kumsalın belli bir alanından itibaren dikilerek insanların girmesi engellenmeye çalışılmış. Çünkü bu alanlar Carettaların yumurtlama alanı. Denizi bir müddet gitseniz bile (50-60m) hala dizlerinize geliyor. Ayrıca kumlu olmasından dolayı biraz çamur görünümlü idi. Ayrıca deniz oldukça dalgalıydı.


Patara bir Lykya kenti. Bu yüzden bir çok eski kalıntıya sahip. Hatta dünyanın en eski Parlemento binası da burada bulunuyor. Bu kalıntıları gezmek ve arkeolagların kazı alanlarını görmek mümkün. Kazılar halen devam ediyor ve oldukça büyüleyici gözüküyor. Bu tarihi kalıntılar antik kentin girişindeki köye kadar devam ediyor. 
 

 
 

 
 
Tatilimizin 4. günü  Kalkan –kaş yolundan ilerleyerek Antalya’nın Demre ilçesini gezip, dönüş yolculuğumuz başlayacak.
Demre ilçesi, bir diğer adıyla Kale ilçesi, Antalya'nın turistik ilçelerinden birisidir. İçinde barındırdığı tarihi kalıntılar sebebiyle Myra olarak da anıldığı olmaktadır. Demre, tarih boyunca Likya'nın en önemli kentlerinden biri olmuştur Roma hâkimiyeti zamanında ise Demre daha da gelişmiş ve zenginleşmiş.
Demre de Myra antik kente vardığımızda otobüsümüzün durduğu yerde nar  ağaçları dikkatimi çekti.
 
 
 
Harika görünüyorlardı. Zaten antik kentin girişinde de satıcılar nar suyu satmakta idi. Bir bardak içip içimizi bir nebze olsun  serinlettik. Antik kente doğru ilerlerken hediyelik eşya satan satıcıların önünde biraz oyalanıp, birkaç hediyelik eşyalar aldık.
 

 

 

 
 
Bugünkü Demre İlçe merkezinde ve civarında yer alan Myra Antik Kenti, aynı adı taşıyan ova üzerinde kurulmuştur. Myros nehrinin (bugünkü Demre Çayı) batısındaki ulaşıma elverişli kanal ile şehrin denizle bağlantısı sağlanmaktaydı. Kanalın diğer yanında yer alan Andriake (Çayağzı) limanından da bölgenin deniz ulaşımı ve ticareti yürütülmekteydi. Myra Antik Kenti özellikle Likya Dönemi kaya mezarları, Roma Dönemi tiyatrosu ve Bizans Dönemi Aziz Nikolaos Kilisesi (Noel Baba) ile ünlüdür. 
Likya Birliğinin Metropolisi olan şehirde, Likyalı zengin kişilerin yardımları ile birçok yapı inşa edilmiş ve onarılmıştır.


 
Bizans Döneminde ise Myra, dini yönden olduğu kadar idari yönden de önde gelen şehirlerden biri olmuştur. Günümüze dek ulaşan ününü, Aziz Nikolaos'un (Noel Baba) şehrin piskoposu olmasına ve ölümünden sonra aziz mertebesine ulaşıp adına kilise yapılmasına borçludur. Myra, 7. yy.dan itibaren gerek deprem, su baskını ve Demre Çayı'nın getirdiği alüvyonlar, gerekse Arap akınları sebebiyle önemini yitirip 12. yy.da köy  hüviyetine dönüşmüştür.
 

 

 

 


 

 

 
Günümüz kalıntılarını, akropolün güney eteğinde yer alan tiyatro ile her iki yanında yer alan kaya mezarları oluşturur. Yapılan araştırmalara göre bugün oldukça sağlam durumda olan Roma Dönemi surlarının | dışında, Helenistik hatta İ.Ö.5.y.y.'a tarihlenen sur kalıntılarına akropol tepesi ve çevresinde rastlamak  mümkündür. Akropolün güney eteğinde yer alan tiyatro, gerek oturma sıraları gerekse sahne binası ile iyi korunmuş bir Roma Dönemi tiyatrosunun özelliklerini yansıtır. Sahne binası ikinci katın yarısına kadar ayaktadır.
 
Tiyatronun hemen iki yanında, kabartmalı veya düz kaya mezarları yer alır. Likyalıların ahşap ev mimarisinin kaya mezarlarına en iyi uyarlanmış örnekleri olan Myra mezarlarının içinde, ölüyü ve yakınlarını betimleyen kabartmalı mezar, en ilginç örneklerden biridir.
 
Ayrıca yine kabartmalı veya kitabeli birçok kaya mezarı, kayalığın güneye bakan yüzünde üst üste veya yan yana sıralanmaktadır.
Tiyatro yakınındaki şehir merkezine giderken yolun solundaki hamam kalıntıları ise Roma Dönemi tuğla mimarisinin erken ve ilginç örneklerini oluştururlar. Şehrin su ihtiyacı, Demre Çayının aktığı vadi kenarındaki kayaya oyulmuş kanallarla karşılanmaktaydı. Likya konfederasyonunda 3 oy hakkına sahip 6 şehirden biri olan Myra'nın "En parlak kent" unvanıyla anılması ne denli önemli bir kent olduğunu göstermektedir. Myra'nın Likya konfederasyonuna ait sikkelerin yanında kendi adıyla basılmış sikkelerinde, şehrin ana tanrıçası Artemis'in Anadolu'nun en eski tanrıçası Kybele formunda temsil edilmiş olması ayrı bir önem taşımaktadır.  Likya eyaletinin başkenti olan Myra'nın, St. Paul ve arkadaşlarının uğradıkları şehir olması Hıristiyanlıkça da özel bir önem taşımaktadır.
Ancak ne yazık ki böyle önemli bir antik kent olan Myra'dan bugüne çok fazla eser kalmamıştır. Şu anda ayakta olan kalıntıların en önemlisi Likya'nın en büyük tiyatrosundan kalanlardır. Bu tiyatro aynı zamanda Likya'nın en iyi korunmuş tiyatrosudur.
Tiyatro doğu ve batı diye ikiye ayrılmış olup Myra'nın arkasında yükselen kayalık bir tepede kurulmuştur.
 
 
Bizans döneminde ise kent en önemli dini ve idari merkezlerden biri haline gelmiştir. Kent bir zamanlar piskoposluk merkezi de olarak kullanılmıştır.
Dönemin önemli din adamlarından St. Nicholaus, 4. yüzyıl başında piskopos olarak burada görev yapmıştır ve halka kendini sevdirmiştir. Ayrıca inancı uğruna da çok acılar çekmiştir. Bu sebeplerden dolayı Myra o zamandan beri çoğunlukla haç amaçlı ziyaret edilen bir yer olmuştur. Bu bakımdan Demre için Hıristiyan dünyasının her açıdan ilgi noktasıdır diyebiliriz.
Kentte, her sene 6 Aralık günü Noel Baba etkinliklerini yapmak geleneksel hale gelmiştir.
 
Bir diğer önemli kalıntı ise St. Nicholaus kilisesidir. Bu kilisenin ilginç bir özelliği bulunmaktadır. Yapı bugün 7 metre kadar toprak seviyesinin altındadır. St. Nicholaus'un kemikleri kilise içindeki mermer bir mezarda bulunurken daha sonra bazı kemikleri İtalyan halkı tarafından çalınmış ve Bari'ye kaçırılmıştır.
St. Nicholaus, Rusya'da çok kutsal ve aziz sayılmaktadır. Ruslar bu sebeple kiliseye bir kilise çanı ilave ederek kubbeyi bir ilaç tonozu ile değiştirmişlerdir. Onların inancına göre St.Nicholaus çocukları, gemicilerin ve ağır işlerde çalışan işçilerin koruyucu azizi ve çocukların babasıdır.
Bir gezi maceramızda burada bitmiştir. İyi ki geldik gördük. Sıra görmek isteyenlerin olsun.
 
 

























FETHİYE- TEKNE TURU



TURKUAZ RENKLERİ İÇİNDE YÜZMEK

Turkuazın, yeşilin her tonunu görmek, en temiz koylarda denizin tadını çıkartmak, sadece yüzmek ve ruhumu dinlendirmek, tüm fazlalıkları atıp, hafif, yalın ayak bir tatil geçirmek, konfor da neymiş, ben sadece doğanın tadını çıkartmak istiyorum diyorsanız. Fethiye'de tekne turlarına katılarak bunları yapma imkanına sahip oluyorsunuz.

Ölüdeniz  tekne turları  6  duraktan oluşmakta. Teknede  su  kaydırağı  mevcut  olup  aynı zamanda Mavi  Mağara, Kelebekler  Vadisi, Akvaryum  Koyu, St.Nicholas  Adası, Deve Plajı ve  Soğuk  Su dan oluşmaktadır. Yüzme  molaları yapılarak Akdeniz'in  muhteşem  turkuaz  renkli  sularında  yüzerek,  lezzetli  bir öğle  yemeğinden  sonra (balık,pilav,salata) eğlencenin  doruğunda  unutulmaz bir  gün geçirmemize yardımcı  oluyorlar... Yorucu değil. Uzun saatler süren deniz yolculukları yapılmıyor. Duraklar birbirlerine yakın. Kesinlikle görülmesi, gezilmesi ve yüzülmesi gerekiyor.
Ölüdeniz' den sabahın erken saatlerinde kalkan tekneye binmek, dalgalar yüzünden zor olsa da binmeyi başararak yola koyulduk.






 

Bu günübirlik tekne turuyla Ölüdeniz'in eşsiz koylarını ve güzelliklerini keşfetme imkanına sahip olduk. Altı duraktan oluşan tekne turumuzun ilk durağı suyun berraklığına hayran olacağınız Mavi Mağara. 

 Ardından Kelebekler Vadisi'nde bir yürüyüş ve yine denizin eşsiz maviliğinde yüzme şansı.
Fethiye’ye kadar gelip ünü Türkiye’yi aşmış, bitki zenginliği bakımından UNESCO tarafından korunması gereken Dünya mirası listesine girmiş Kelebekler Vadisi’ni ziyaret etmesek olmazdı tabii… Pırıl pırıl denizinin yanı sıra 100 kelebek türüne ev sahipliği yapan doğa harikası vadi kanyonu ve bence doğa ile iç içe yaşamak/tatil yapmak isteyenler için kurtarılmış bölge niteliğinde olmasıyla ön planda Kelebekler Vadisi. Türkiye’nin en iyi kamp yerlerinden biri olan Kelebekler Vadisi dinginliği, doğallığı ve doğa ile bütünleşmiş kendine özgü hayatı ile mutlaka gitmeniz gereken bir yer…




   Üçüncü durağımız batık şehir Nicholas Adası


Adeta canlı bir akvaryum andıran koyda, suyun maviliğine doyuyorsunuz.
Sondan bir önceki durağımızsa Soğuk Su. Bir rivayete göre bu soğuk su kaynağında kaç dakika kalabilirseniz ömrünüze o kadar yıl eklenirmiş. Dağdan denize karışan suyun soğukluğu oldukça etkileyici. 
Son durağımızsa Deve Plajı, uzun bir günün ardından kendinizi altın rengi kumlara bırakabileceğiniz bir plaj.

 

Bir günümüzü geçirdiğimiz Fethiye koylarında artık dönme zamanı geldi. Belce Kız Plajı’na döndüğümüzde gün batımı yakaladık.


















21 Eylül 2016 Çarşamba

FETHİYE- PLAJLARI, SAKLIKENT, YAKAPARK VE TLOS ANTİK KENTİ


 
TURKUAZ RENKLİ PLAJLARIYLA FETHİYE GÜNLERİMİZ


Dokuz günlük bayram tatilini fırsat bilerek bu tatili dönemin en etkili uygarlıklarından Likya kentlerine doğru bir doğa, kültür ve tarih yolculuğu yapmaya ve tekne turlarıyla, nefis doğa manzaralarını ve bu coğrafyada yaşamış uygarlıkların izlerini takip etmeye yani Fethiye turuna katılmaya karar verdik. Ankara kalkışlı bir turla anlaşıp, düştük yine yollara. Gece yolculuğu yapıp sabah 9:00 gibi otelimizde olduk. Güzel bir kahvaltının ardından ilk günkü turistik gezimize başladık. İlk gün ''Belce kız'' ve ''Ölüdeniz'' plajına gidip günün denizle buluşma ve yüzme işini yaptık.



Belce Kız plaj görüntüleri

 
 
 

 Ölü deniz plaj görüntüleri





 




 

 
Plaj bir harika, deniz muhteşem turkuaz görüntüsüyle ruha huzur verirken, gökyüzünde yamaç paraşütü yapanlar duygularımıza heyecan katıyorlardı. Boyun ve omuz bölgemdeki rahatsızlığım olmasa ben bile onların arasına katılmak isterdim.


Plajda geçen serbest zaman sonunda turumuzun ikinci durağı olan Saklıkent’e doğru yol almaya başladık. Deniz kenarında vakit geçirmek dinlendirici olsa da, doğanın bize sunduğu harikalardan biri olan Saklıkent Kanyonu’nu görmeden olmazdı.



Saklıkent Kanyonu 4. Jeolojik zamanda meydana gelen depremler sonucunda jeolojik yapının karstik orjinli olması ve Fethiye ile Kaş ilçesi arasındaki sınırı oluşturan Karaçay Nehrinin ve binlerce yıl boyunca Beydağlarından gelen akarsuların kayaları aşındırması sonucu oluşmuş tüm güzelliği ve görkemi ile bugünkü şeklini almıştır.

Bir rivayete göre 25 yıl önce bir çoban tarafından bulunmuş, yöreyi Çevre ve Orman Bakanlığı, Saklıkent milli parkı olarak ilan etmiştir.  Tahta köprüler üzerinde yürüyerek su kaynağının olduğu yere varılabilmektedir. Havanın en yüksek sıcaklıkta olduğunda bile vücudun soğukluğuna dayanamayacağı bir derecede akan su, aynı zamanda içilebilecek kalitededir. Görüntüsü ise ruha huzur vermektedir.

Yürüyüş parkurunun ilerleyen kısımları daha tehlikeli olup, yer yer derin çukurlar ve şelaleler karşınıza çıkarak harika görüntüler oluşturuyor. Bu yürüyüşlerde özel olarak üretilen plastik ayakkabılar giyilerek parkurun hem kolay hem de zevkle tamamlanması mümkün olmaktadır. Kanyondaki nehrin dış kısmında killi toprak, özellikle kozmetik sektöründe kullanılıp, güzellik iksiri olarak Dünya'nın bir çok yerinden ilgi görmektedir.

Bölgeye ulaştıktan sonra nehrin kenarında kurulmuş mekanlarda o muhteşem doğanın içinde yemeğinizi de yiyebilirsiniz. Ağırlıklı gözleme çeşitleri bulunmaktadır.



 

 


Güzel bir günün ardından otele doğru yol almaya başladık.

Turun ikinci günü sabahı  kahvaltımızın ardından  otobüsümüz, 1923 mübadelesini yaşamış bir Türk-Rum köyü olan Kayaköyü’ne doğru yol aldı.

Kayaköyü’ne çıkarken çok etkilendim. Sahipsizlikten virane olmuş evler karşımıza çok çıkar ama böylesini ilk defa gördüm. Burada virane olan bir ev değil bir köy sahipsiz. Bu sahipsizliğin yarattığı viranelik gözlerimin önündeydi. O evlere bakarken sanki köyün her evinden sesler geliyor gibiydi. Doğum sancısı çeken bir kadın, bir yakınını kaybetmiş kişilerin ağıtları ya da sevinçler, kahkahalar. Ne tuhaf oysa şimdi o yaşayanların hiç biri burada yaşamamaktalar. Bunları düşünürken bir yandan da evlerin yerleşim planına hayran kalmamak mümkün değil. Evler dağın yüzeyinde birbirini rahatsız etmeyecek şekilde güzel bir yerleşim oluşturmuş. Yıkık ve terk edilmiş halinde bile güzellik var.





Tabi ki bütün bunlar benim görüşlerim. Esas köy hakkındaki bilgileri rehberimiz şu şekilde açıkladı. Ben de aklımda kaldığı kadarıyla yazacağım.

Kayaköy çukur ve yamaç arazide iki tip yerleşime sahipmiş. Yamaçta Rumlar oturup daha çok yerleşik düzene ait izler bırakmışlar. Çukur arazide ise Türkler oturur, daha çok tarımla uğraşırlarmış. Bu nedenle de tepedeki Rum evleri, geçmişin izlerini saklıyor.

Yüzyıllar boyu süren beraberlik bölgeye barış ve zenginlik katmış. Evlerin savunmasızlığı, bitki çeşitliliği, tarım alanlarındaki düzenlilik, modernlik barışı çağrıştırıyor.
Yunanlıların Batı Anadolu'daki işgalinde bile araları bozulmamış "Kaya"lıların. Yunanlıların yenilgisini, bölgeyi terk edişini; sirtakilerle, zeybeklerle kutlamışlar günlerce. Savaşta bile ayrılmayan Türk ve Rumlar, 1923-1924'te mübadele ile ayrılmışlar. İnsanlar evlerini, topraklarını, komşularını bırakıp gitmişler yurt kabul ettikleri Kayaköy'den. Onların gitmesiyle boşalan Kayaköy'e, Yunanistan'dan gelen Türk mübadiller yerleştirilmişse de çoğunluğu tarım yöntemlerinin farklılıklarından burayı terk edip Orta Anadolu'ya yerleşmişler.




KAYAKÖY’ÜN TARİHİ VE ÖZELLİKLERİ

Kayaköyü, onbirinci yüzyılda, Rumlar tarafından Likya uygarlığına ait "Karmylassos" kenti üzerine kurulmuş ve bu kentin ismi "Levissi" olmuş. Yaklaşık 25.000 kişinin yaşadığı köy, yirminci yüzyılın başına kadar varlığını sürdürmüş. Levissi'li Rumlar ticaret ve el sanatları ile geçimlerini sağlıyorlarmış, marangoz, bakırcı, kalaycı, demirci gibi zanaatkarlar, Kayaköy'ün dışında mevsimlik olarak başka Türk köylerine çalışmaya giderlermiş. Bayanlar genellikle ev işleri ile ilgilenir, boş zamanlarında dokuma yaparlardı. Çocuklar için ilköğretim mecburi idi. Kızlar ve erkekler ayrı ayrı okullarda Rumca eğitim alırlarmış. Daha yüksek eğitim için öğrenci; Rodos, İstanbul veya Atina'ya gitmek zorunda kalırmış. Okulların aksine Türkler ve Rumlar aynı kahvelere gider, birlikte vakit geçirirler, ancak birbirlerinden kız alıp vermezlermiş

Tüm kötülüklerin anası savaş, Kaya Çukuru'nda dostça yaşayan, iki toplumu birbirinden ayırmış, kentinden, evinden, anılarından koparılan insanlar için pek çok acılar yaşatmış. 30 Ocak 1923 tarihinde, Türk ve Yunan hükümetleri ile yapılan halkların karşılıklı değişimi anlaşmasına göre, Levissi Kentini terk eden Rumlar, bölümler halinde Fethiye Limanından Yunanistan'a göç etmiş, yerlerine Batı Trakya'dan aynı kaderi paylaşan, ama daha az sayıda Türk göçmenler getirilmiş. Bu göçmenlerin çoğu Kayaköy'deki koşulları beğenmeyerek, Anadolu'nun başka yerlerine yerleştirilmiş. Gerek göçü yaşayan Rumlar, gerekse Kaya Köyü'nde kalan Türklerden, Levissi'nin canlı günleri hakkında bazı bilgiler toplanmıştır. Kayaköy ve çevresinde antik döneme ait bazı kalıntılar mevcut, kuzeyde İ.Ö 4. yüzyıla ait, üç adet lahit mezar ile üzerindeki likçe yazılarla aynı sayıdaki kaya mezarları, yörede antik çağdan günümüze ulaşan en eski kalıntılar olarak gösterilebilir.


 












Levissi yerleşiminde yapılar belirli planlamadan uzak, arazinin eğimine uygun olarak, ışık ve manzara açısından birbirlerinin önünü kapatmayacak şekilde inşa edilmişlerdir. Yapılarda güneş kaygısından çok, kuzeydeki panoramaya açılma ön plandadır.


Yapıların büyük çoğunluğunu evler oluşturmaktadır. Arazinin yapısına göre tek veya iki katlı olarak inşa edilen evlerde zemin kat genellikle ahır veya kiler olarak kullanılmıştır. Evlerin büyük çoğunluğu tek ve ikişer odalı mekanlardan oluşmaktadır. Evlerin girişinde genel olarak yaşam alanları ve sarnıçlar bulunmaktadır. Sarnıçların üzeri aynı zamanda ayrı bir mekan olarak kullanılmıştır. Yamaçlara tırmandıkça aşağılardaki sık ve dar planlı ev dokuları seyrelerek, mekanlarda genişleme ve rahatlama görülür. Evlerin taban ve tavan döşemeleri ile kapı ve pencere doğramaları ahşaptır. Ancak mübadele sonrası terk edilen evlerin ahşap elemanları, yörede oturanlar tarafından sökülerek ya kendi evlerinde kapı ve pencere, ya da yakacak olarak kullanılmıştır. Çatıların tamamına yakını düz ve sıkıştırılmış topraktandır. 

 

İç mekanlarda ocak, niş ve kornişlerden izler kalmıştır. Sarnıçlar ve tuvaletler evlerin dışındadır. Yerleşiminde kullanma suyu evlerin çatısı üzerine yağan yağmur sularının toplandığı sarnıçlardan temin edilmiştir. İçme suyu ise, Levissi'ye Hisarönü Köyü yönünden girişte ve Kızlar Okulunun altında bulunan çeşmelerden alınmıştır. Turabi Çeşmesi, önünden ve yanından geçen yollara revaklı cephe vermektedir. Çeşmenin üzerinde 1919 tarihli yapım kitabesi bulunmaktadır.

Yerleşimde ziyaretçiye görsellik sunan yapıların başında kiliseler gelmektedir.  Yukarı Kilise, yerleşimin ortasına yakın hakim bir tepenin üzerinde kurulmuştur. Aşağı Kilise, günümüze daha iyi korunarak ulaşmıştır. Korunmasında en önemli etken, yapının 1960'lı yıllara kadar camii olarak kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Günümüze maalesef tamamı ulaşmamıştır.

Kiliselerin dışında iki ayrı okul binası yerleşimin ortak yapılarından diğer grubu oluşturmaktadır. Kızlar ve erkeklerin ayrı eğitim aldığı Levissi'de Kızlar Okulu Turabi Çeşmesi'nin hemen üzerindeki yükseltide, Erkekler Okulu Yukarı Kilise'nin kuzey-batısındaki tepenin zirvesinde yer almaktadır. Halen Fethiye Müzesi'nde bulunan Kızlar Okulu'nun kitabesinde, yapıyı Lövisidi Kardeşlerin yaptırdığı belirtilmektedir. Sadece ilköğretimin yapıldığı okullarda öğrenim dili Rumca olarak okutulmuştur. Yukarı Kilisenin kuzey kesimdeki boş alan ve çevresi, kentin ticari alanını oluşturmaktadır. Yapılar bugün tam olarak tanımlanamasa da kullanıldığı dönemde çevrede kahve, kasap, manav, bakkal, kumaşçı gibi dükkanların bulunduğu bilinmektedir. 1923 yılında gerçekleşen mübadeleyle Levissi'de yaşayan Rumlar Yunanistan'a göç ederken Kayaköy'e de Selanik ve civarından gelen muhacirler yerleşmişlerdir. Eski Kayaköy'ün turistik açıdan daha verimli değerlendirilmesi gerektiği  düşünülmektedir.

Şimdilerde ise gayet yerinde iyi niyetli girişimlerle Kayaköy; Türk-Yunan Dostluk Köyü ilan edilmiştir. Günümüz insanına yakışan da budur. Dostluğumuzu biraz daha ileriye taşıyarak Levissi yerleşimindeki metruk yapıları, doğanın insafına terk etmeden daha uzun yaşamlarını sürdürmek için uygulamaya geçmek samimiyetimizi perçinleyecektir.


Köyden ayrılırken yol üzerinde yıkık evlerden toplanmış eşyalar tezgahları süslüyordu.Aşağı tarafta yaşayan bu insanlar eski eşyaları tezgahlarında satarak gelir elde etmeye çalışıyorlardı.
 



Kayaköy’den ayrıldıktan sonra Tlos Antik Kent ve Yakapark’a doğru yol almaya başladık.

Tlos Yakapark, ovanın tüm sıcaklığından uzak 650 mt. yüksekliğinde serin, doğa ile uyum içerisinde bir doğa su cenneti. Değirmene su taşıyan yüzlerce yıllık çınar ağaçlarının oluklarından taşan sular zengin şelaleler oluşturuyor. Günün tüm yorgunluğunu doğa harikası olan bu mekanda bir anda unutuyorsunuz.



Yakapark'ın anıt olmuş ağaçları, kademeli terasları, havuzu, su kanalları, hamakları, kerevetleri, taş masalar ve köşkleri ile çevreyle olan uyumunu hemen farkedeceksiniz.

Barın tezgahı taştan yapılmış ve kenarından buz gibi suyun aktığı bir kanal geçiyor. İçinde de alabalıklar dolaşıyor.. Alabalıklar kedi gibi, sevilmekten hoşlanıyorlar, kaçmıyorlar

Turumuzun Tlos antik kent gezisi öncesi, alabalık çiftliğinin lokantasında öğle yemeğimizi yemek üzere Yaka Köyü‘ne (Yakapark) geçiyoruz. Ağaç kökleri ve taşların altından akan buz gibi soğuk suyun şırıltısı ve buranın serin atmosferi sizi modern hayatın tüm stresinden ve dertlerinden uzaklaştıracak. Yemek aramızdan sonra araçlarımızla Tlos’a doğru yola koyuluyoruz.

Türkiye güneybatısının en zengin tarihi, arkeolojik ve doğal kaynaklarına sahip olan eski Likya bölgesinde her adımda sıradışı birşeyle karşılaşmanız hiç de zor değil. Akdağ’ın (diğer adı Masisitus) güney eteklerinde, bugüne kadar en iyi korunmuş olan antik yerleşimlerden biri olan Tlos bulunmaktadır. Doğa ananın şefkatle kucakladığı Tlos‘un kalıntılarını anlatmaya kelimeler yetmiyor. Kale tepesinde (Akropolis) Pegasus ve Chimera’yı çarpışırken duyacak, Roma hamam-hastanesinde eski Romalıların nasıl şifa bulduklarını öğrenecek, stadyumda Olimpiyat Oyunları ve gladyatör oyunlarının atmosferini hissedecek, tiyatroda Yunan drama sanatlarının sırlarına erişecek, eski mezarlıktaki (Necropolis) farklı birçok mezarın arasında insanoğlunun sonsuzluğa erişme isteğinin ardındaki düşünceleri anlayacaksınız. Yunan-Roma tarihi ve mitolojisini öğreneceğiniz bu zevkli keşif turu, size konaklama merkezinizden yapacağınız 45 dakikalık bir araba yolculuğu kadar yakın. Daha zevkli zaman geçirmeniz adına tura çıkmadan önce bölge hakkında biraz okuma yapmanızı da tavsiye ediyoruz.