Dokuz
günlük bayram tatilini fırsat bilerek bu tatili dönemin en etkili
uygarlıklarından Likya kentlerine doğru bir doğa, kültür ve tarih yolculuğu
yapmaya ve tekne turlarıyla, nefis doğa manzaralarını ve bu coğrafyada yaşamış
uygarlıkların izlerini takip etmeye yani Fethiye turuna katılmaya karar
verdik. Ankara kalkışlı bir turla anlaşıp, düştük yine yollara. Gece yolculuğu
yapıp sabah 9:00 gibi otelimizde olduk. Güzel bir kahvaltının ardından ilk
günkü turistik gezimize başladık. İlk gün ''Belce kız'' ve ''Ölüdeniz'' plajına
gidip günün denizle buluşma ve yüzme işini yaptık.
Plaj bir harika,
deniz muhteşem turkuaz görüntüsüyle ruha huzur verirken, gökyüzünde yamaç
paraşütü yapanlar duygularımıza heyecan katıyorlardı. Boyun ve omuz bölgemdeki
rahatsızlığım olmasa ben bile onların arasına katılmak isterdim.
Plajda geçen serbest zaman sonunda turumuzun ikinci
durağı olan Saklıkent’e doğru yol almaya başladık. Deniz kenarında vakit
geçirmek dinlendirici olsa da, doğanın bize sunduğu harikalardan biri olan
Saklıkent Kanyonu’nu görmeden olmazdı.
Saklıkent Kanyonu 4. Jeolojik zamanda
meydana gelen depremler sonucunda jeolojik yapının karstik orjinli olması ve Fethiye ile Kaş ilçesi arasındaki sınırı oluşturan Karaçay Nehrinin ve binlerce yıl boyunca Beydağlarından gelen akarsuların
kayaları aşındırması sonucu oluşmuş tüm güzelliği ve görkemi ile bugünkü
şeklini almıştır.
Bir rivayete
göre 25 yıl önce bir çoban tarafından bulunmuş, yöreyi Çevre ve Orman
Bakanlığı, Saklıkent milli parkı olarak ilan etmiştir. Tahta
köprüler üzerinde yürüyerek su kaynağının olduğu yere varılabilmektedir.
Havanın en yüksek sıcaklıkta olduğunda bile vücudun soğukluğuna dayanamayacağı
bir derecede akan su, aynı zamanda içilebilecek kalitededir. Görüntüsü ise ruha
huzur vermektedir.
Yürüyüş
parkurunun ilerleyen kısımları daha tehlikeli olup, yer yer derin çukurlar ve
şelaleler karşınıza çıkarak harika görüntüler oluşturuyor. Bu yürüyüşlerde
özel olarak üretilen plastik ayakkabılar giyilerek parkurun hem kolay hem de
zevkle tamamlanması mümkün olmaktadır. Kanyondaki nehrin dış kısmında
killi toprak, özellikle kozmetik sektöründe kullanılıp, güzellik iksiri olarak
Dünya'nın bir çok yerinden ilgi görmektedir.
Güzel bir günün ardından otele doğru yol
almaya başladık.
Turun ikinci günü sabahı kahvaltımızın
ardından otobüsümüz, 1923 mübadelesini yaşamış bir Türk-Rum köyü olan
Kayaköyü’ne doğru yol aldı.
Kayaköyü’ne çıkarken çok etkilendim. Sahipsizlikten
virane olmuş evler karşımıza çok çıkar ama böylesini ilk defa gördüm. Burada
virane olan bir ev değil bir köy sahipsiz. Bu sahipsizliğin yarattığı viranelik
gözlerimin önündeydi. O evlere bakarken sanki köyün her evinden sesler geliyor
gibiydi. Doğum sancısı çeken bir kadın, bir yakınını kaybetmiş kişilerin
ağıtları ya da sevinçler, kahkahalar. Ne tuhaf oysa şimdi o yaşayanların hiç
biri burada yaşamamaktalar. Bunları düşünürken bir yandan da evlerin yerleşim
planına hayran kalmamak mümkün değil. Evler dağın yüzeyinde birbirini rahatsız
etmeyecek şekilde güzel bir yerleşim oluşturmuş. Yıkık ve terk edilmiş halinde
bile güzellik var.
Tabi ki bütün
bunlar benim görüşlerim. Esas köy hakkındaki bilgileri rehberimiz şu şekilde
açıkladı. Ben de aklımda kaldığı kadarıyla yazacağım.
Kayaköy
çukur ve yamaç arazide iki tip yerleşime sahipmiş. Yamaçta Rumlar oturup daha
çok yerleşik düzene ait izler bırakmışlar. Çukur arazide ise Türkler oturur,
daha çok tarımla uğraşırlarmış. Bu nedenle de tepedeki Rum evleri, geçmişin
izlerini saklıyor.
Yüzyıllar
boyu süren beraberlik bölgeye barış ve zenginlik katmış. Evlerin
savunmasızlığı, bitki çeşitliliği, tarım alanlarındaki düzenlilik, modernlik
barışı çağrıştırıyor.
Yunanlıların Batı Anadolu'daki işgalinde bile araları bozulmamış "Kaya"lıların. Yunanlıların yenilgisini, bölgeyi terk edişini; sirtakilerle, zeybeklerle kutlamışlar günlerce. Savaşta bile ayrılmayan Türk ve Rumlar, 1923-1924'te mübadele ile ayrılmışlar. İnsanlar evlerini, topraklarını, komşularını bırakıp gitmişler yurt kabul ettikleri Kayaköy'den. Onların gitmesiyle boşalan Kayaköy'e, Yunanistan'dan gelen Türk mübadiller yerleştirilmişse de çoğunluğu tarım yöntemlerinin farklılıklarından burayı terk edip Orta Anadolu'ya yerleşmişler.
Yunanlıların Batı Anadolu'daki işgalinde bile araları bozulmamış "Kaya"lıların. Yunanlıların yenilgisini, bölgeyi terk edişini; sirtakilerle, zeybeklerle kutlamışlar günlerce. Savaşta bile ayrılmayan Türk ve Rumlar, 1923-1924'te mübadele ile ayrılmışlar. İnsanlar evlerini, topraklarını, komşularını bırakıp gitmişler yurt kabul ettikleri Kayaköy'den. Onların gitmesiyle boşalan Kayaköy'e, Yunanistan'dan gelen Türk mübadiller yerleştirilmişse de çoğunluğu tarım yöntemlerinin farklılıklarından burayı terk edip Orta Anadolu'ya yerleşmişler.
KAYAKÖY’ÜN TARİHİ
VE ÖZELLİKLERİ
Kayaköyü,
onbirinci yüzyılda, Rumlar tarafından Likya uygarlığına ait
"Karmylassos" kenti üzerine kurulmuş ve bu kentin ismi
"Levissi" olmuş. Yaklaşık 25.000 kişinin yaşadığı köy, yirminci
yüzyılın başına kadar varlığını sürdürmüş. Levissi'li Rumlar ticaret ve el
sanatları ile geçimlerini sağlıyorlarmış, marangoz, bakırcı, kalaycı, demirci
gibi zanaatkarlar, Kayaköy'ün dışında mevsimlik olarak başka Türk köylerine
çalışmaya giderlermiş. Bayanlar genellikle ev işleri ile ilgilenir, boş
zamanlarında dokuma yaparlardı. Çocuklar için ilköğretim mecburi idi. Kızlar ve
erkekler ayrı ayrı okullarda Rumca eğitim alırlarmış. Daha yüksek eğitim için
öğrenci; Rodos, İstanbul veya Atina'ya gitmek zorunda kalırmış. Okulların
aksine Türkler ve Rumlar aynı kahvelere gider, birlikte vakit geçirirler, ancak
birbirlerinden kız alıp vermezlermiş
Tüm
kötülüklerin anası savaş, Kaya Çukuru'nda dostça yaşayan, iki toplumu
birbirinden ayırmış, kentinden, evinden, anılarından koparılan insanlar için
pek çok acılar yaşatmış. 30 Ocak 1923 tarihinde, Türk ve Yunan hükümetleri ile
yapılan halkların karşılıklı değişimi anlaşmasına göre, Levissi Kentini terk
eden Rumlar, bölümler halinde Fethiye Limanından Yunanistan'a göç etmiş,
yerlerine Batı Trakya'dan aynı kaderi paylaşan, ama daha az sayıda Türk
göçmenler getirilmiş. Bu göçmenlerin çoğu Kayaköy'deki koşulları beğenmeyerek,
Anadolu'nun başka yerlerine yerleştirilmiş. Gerek göçü yaşayan Rumlar, gerekse
Kaya Köyü'nde kalan Türklerden, Levissi'nin canlı günleri hakkında bazı
bilgiler toplanmıştır. Kayaköy ve çevresinde antik döneme ait bazı kalıntılar
mevcut, kuzeyde İ.Ö 4. yüzyıla ait, üç adet lahit mezar ile üzerindeki likçe
yazılarla aynı sayıdaki kaya mezarları, yörede antik çağdan günümüze ulaşan en
eski kalıntılar olarak gösterilebilir.
Levissi yerleşiminde yapılar belirli planlamadan uzak,
arazinin eğimine uygun olarak, ışık ve manzara açısından birbirlerinin önünü
kapatmayacak şekilde inşa edilmişlerdir. Yapılarda güneş kaygısından çok,
kuzeydeki panoramaya açılma ön plandadır.
Yapıların
büyük çoğunluğunu evler oluşturmaktadır. Arazinin yapısına göre tek veya iki
katlı olarak inşa edilen evlerde zemin kat genellikle ahır veya kiler olarak
kullanılmıştır. Evlerin büyük çoğunluğu tek ve ikişer odalı mekanlardan
oluşmaktadır. Evlerin girişinde genel olarak yaşam alanları ve sarnıçlar
bulunmaktadır. Sarnıçların üzeri aynı zamanda ayrı bir mekan olarak
kullanılmıştır. Yamaçlara tırmandıkça aşağılardaki sık ve dar planlı ev
dokuları seyrelerek, mekanlarda genişleme ve rahatlama görülür. Evlerin taban
ve tavan döşemeleri ile kapı ve pencere doğramaları ahşaptır. Ancak mübadele
sonrası terk edilen evlerin ahşap elemanları, yörede oturanlar tarafından
sökülerek ya kendi evlerinde kapı ve pencere, ya da yakacak olarak
kullanılmıştır. Çatıların tamamına yakını düz ve sıkıştırılmış topraktandır.
İç
mekanlarda ocak, niş ve kornişlerden izler kalmıştır. Sarnıçlar ve tuvaletler
evlerin dışındadır. Yerleşiminde kullanma suyu evlerin çatısı üzerine yağan
yağmur sularının toplandığı sarnıçlardan temin edilmiştir. İçme suyu ise,
Levissi'ye Hisarönü Köyü yönünden girişte ve Kızlar Okulunun altında bulunan
çeşmelerden alınmıştır. Turabi Çeşmesi, önünden ve yanından geçen yollara
revaklı cephe vermektedir. Çeşmenin üzerinde 1919 tarihli yapım kitabesi
bulunmaktadır.
Yerleşimde
ziyaretçiye görsellik sunan yapıların başında kiliseler gelmektedir. Yukarı
Kilise, yerleşimin ortasına yakın hakim bir tepenin üzerinde kurulmuştur. Aşağı
Kilise, günümüze daha iyi korunarak ulaşmıştır. Korunmasında en önemli etken,
yapının 1960'lı yıllara kadar camii olarak kullanılmasından kaynaklanmaktadır.
Günümüze maalesef tamamı ulaşmamıştır.
Kiliselerin
dışında iki ayrı okul binası yerleşimin ortak yapılarından diğer grubu
oluşturmaktadır. Kızlar ve erkeklerin ayrı eğitim aldığı Levissi'de Kızlar
Okulu Turabi Çeşmesi'nin hemen üzerindeki yükseltide, Erkekler Okulu Yukarı
Kilise'nin kuzey-batısındaki tepenin zirvesinde yer almaktadır. Halen Fethiye
Müzesi'nde bulunan Kızlar Okulu'nun kitabesinde, yapıyı Lövisidi Kardeşlerin
yaptırdığı belirtilmektedir. Sadece ilköğretimin yapıldığı okullarda öğrenim
dili Rumca olarak okutulmuştur. Yukarı Kilisenin kuzey kesimdeki boş alan ve
çevresi, kentin ticari alanını oluşturmaktadır. Yapılar bugün tam olarak
tanımlanamasa da kullanıldığı dönemde çevrede kahve, kasap, manav, bakkal,
kumaşçı gibi dükkanların bulunduğu bilinmektedir. 1923 yılında gerçekleşen
mübadeleyle Levissi'de yaşayan Rumlar Yunanistan'a göç ederken Kayaköy'e de
Selanik ve civarından gelen muhacirler yerleşmişlerdir. Eski Kayaköy'ün
turistik açıdan daha verimli değerlendirilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Şimdilerde
ise gayet yerinde iyi niyetli girişimlerle Kayaköy; Türk-Yunan Dostluk Köyü
ilan edilmiştir. Günümüz insanına yakışan da budur. Dostluğumuzu biraz daha
ileriye taşıyarak Levissi yerleşimindeki metruk yapıları, doğanın insafına terk
etmeden daha uzun yaşamlarını sürdürmek için uygulamaya geçmek samimiyetimizi
perçinleyecektir.
Köyden ayrılırken yol
üzerinde yıkık evlerden toplanmış eşyalar tezgahları süslüyordu.Aşağı tarafta
yaşayan bu insanlar eski eşyaları tezgahlarında satarak gelir elde etmeye
çalışıyorlardı.
Kayaköy’den ayrıldıktan sonra Tlos Antik Kent ve Yakapark’a doğru yol almaya başladık.
Yakapark'ın anıt olmuş ağaçları, kademeli terasları,
havuzu, su kanalları, hamakları, kerevetleri, taş masalar ve köşkleri ile
çevreyle olan uyumunu hemen farkedeceksiniz.
Barın tezgahı taştan yapılmış ve kenarından buz gibi suyun aktığı bir kanal geçiyor. İçinde de alabalıklar dolaşıyor.. Alabalıklar kedi gibi, sevilmekten hoşlanıyorlar, kaçmıyorlar
Turumuzun Tlos antik
kent gezisi öncesi, alabalık çiftliğinin lokantasında öğle yemeğimizi yemek
üzere Yaka Köyü‘ne (Yakapark) geçiyoruz. Ağaç kökleri ve taşların
altından akan buz gibi soğuk suyun şırıltısı ve buranın serin atmosferi sizi
modern hayatın tüm stresinden ve dertlerinden uzaklaştıracak. Yemek aramızdan
sonra araçlarımızla Tlos’a doğru yola koyuluyoruz.
Türkiye güneybatısının en zengin tarihi, arkeolojik ve
doğal kaynaklarına sahip olan eski Likya bölgesinde her adımda sıradışı
birşeyle karşılaşmanız hiç de zor değil. Akdağ’ın (diğer adı Masisitus) güney
eteklerinde, bugüne kadar en iyi korunmuş olan antik yerleşimlerden biri olan Tlos
bulunmaktadır. Doğa ananın şefkatle kucakladığı Tlos‘un kalıntılarını anlatmaya
kelimeler yetmiyor. Kale tepesinde (Akropolis) Pegasus ve Chimera’yı
çarpışırken duyacak, Roma hamam-hastanesinde eski Romalıların nasıl şifa
bulduklarını öğrenecek, stadyumda Olimpiyat Oyunları ve gladyatör oyunlarının
atmosferini hissedecek, tiyatroda Yunan drama sanatlarının sırlarına erişecek,
eski mezarlıktaki (Necropolis) farklı birçok mezarın arasında insanoğlunun
sonsuzluğa erişme isteğinin ardındaki düşünceleri anlayacaksınız. Yunan-Roma
tarihi ve mitolojisini öğreneceğiniz bu zevkli keşif turu, size konaklama
merkezinizden yapacağınız 45 dakikalık bir araba yolculuğu kadar yakın. Daha
zevkli zaman geçirmeniz adına tura çıkmadan önce bölge hakkında biraz okuma
yapmanızı da tavsiye ediyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder