Powered By Blogger

28 Ağustos 2016 Pazar

İSPANYA- Granada

BÜYÜLÜ BEYAZ ŞEHİR ''GRANADA''


 
YILLAR ÖNCE BU ŞİİRİ OKUDUĞUMDA OLDUKÇA ETKİLENMİŞ VE BİR GÜN ENDÜLÜS'Ü GÖRECEĞİME İNANMIŞTIM İŞTE O GÜN BUGÜNDÜR.


                                                ENDÜLÜSE  AĞIT

               Çıkan iner, kalkan düşer, her yükselişin var bir sonu
               Niçin bunca gurur maldan, mülkten, adtan sandan insanoğlu.

              Oluşta ne var ki olduğu gibi dursun, hiç değişmesin.
              Sen de gök gibisin, bir gün masmavi güneşlik, bir gün bulutlu.

              Bu dünya kime kalmış, yaramış ki kalsın yarasın sana da.
              Yok hiçbir çizgisinde bu yeryüzünün ölmezlik rengi ve ölmezlik kokusu
                   .........................................................................................................
.             Sen de şahit olsaydın benim gibi onların
              Yurtlarından koparılıp satılışlarına pazarda, ey Tanrı kulu.

              O hıçkırıklar senin de aklını komazdı yerinde benim gibi.
              Canı vücuttan çeker gibi ayırdılar anadan yavrusunu.

              Ya o kızlar ki, yakuttan ve mercandan dökülmüşlerdi sanki.
              Ve sabah bir dağ ucundan yeni çıkan bir güneşin masumluğu

              İçindeki o Meryem yüzlü kızları da saçlarından sürükleyip götürdüler.
              Kirli yataklarına. Haykırışları yırttı gökleri.Yürekleri parça parça, babalarsa kan kustu.

              Daha ne anlatayım, yüreklerin erimesi için bir tanesi yeter anlattıklarımın:
              Eğer o yüreklerde İslâmdan ve imandan bir eser varsa elbet ey Tanrı dostu!

                                       Ebu'l-Bekâ Er-Rindi (Tercüme: Sezai Karakoç, İslam'ın Şiir Anıtlarından)

EL HAMRA SARAYI

Elhamra’daki La Polvorosa Kulesi’nde sergilenen dizelerinde de denildiği gibi:
“Ona sadaka verin bayan
bu dünyada
Granada’da kör olmak kadar
kötü bir felaket yoktur…”

Gerçekten büyülü bir şehir Granada. Müslüman ve İspanyol kültürünün içiçe olduğu, Batı ve Doğu’nun bir potada eridiği, hem dünyevi hem de ruhani zevklere hitap eden Granada, sadece dillere destan Al Hambra Sarayı için bile görülmeye değer. Lezzetli tapasları, flamenco şovları ve yüzyıllar öncesine dayanan tarihi mimari eserleri ile Granada, Avrupa’nın en gözde destinasyonlarından birisi.
İspanya’nın Endülüs Bölgesinde, ülkenin en yüksek dağları olan Sierra Nevada Dağları’nın eteklerindeki bir vadide kurulmuş Granada, asıl ününü Endülüs Emevileri’nden kalma büyüleyici Al Hambra Sarayına borçlu. Endülüs bölgesinin batısında, bölgenin en büyük şehri olan Granada, pek çok coğrafi farklılığı barındırıyor.

Granada 1492’de Kraliçe Isabel ve kocası Ferdinand’a son teslim olan Müslüman kenti. Bu zamana kadar Emeviler tarafından inşaa edilen bazı yapılar şehirde büyülü bir atmosfer yaratıyor. Granada’nın en önemli hazinesi Al Hambra Sarayı. İspanya’nın en yüksek dağı Sierra Nevada’nın eteklerinde 9. yüzyıldan itibaren kraliyet binaları inşaa edilmeye başlanmış. Ancak Al Hambra Sarayı, bugünkü büyüklüğüne ve ihtişamına 14. yüzyılda Endülüs Emevi’lerinin başında olan Nazari hanedanlığı sırasında ulaşmış. Sultan Yusuf I ve oğlu Sultan Muhammed V döneminde Al Hambra’da ardı ardına büyüleyici saraylar inşaa edilmiş, bahçeler oluşturulmuş.


Ayrıca Elhamra’da çok hoş bahçeler, çeşmeler ve havuzlar vardır. Elhamra’da su bolca kullanılır. Bu da, çölün sıcak ve kurak havasına alışkın insanlar için bir nimettir. Bahçenin tasarımcıları, insanı rahatlatan su sesini dinlemenin bir zevk olduğunu ve suyun havayı serinlettiğini fark etmişlerdi. İspanya’nın parlak göklerini yansıtan dikdörtgen havuzlar insanda ferahlık ve aydınlık duygusu uyandırır.


Elhamra’nın bulunduğu, Sabika tepesine komşu Cerro del Sol tepesinde Cennet’ül Arif adı verilen tenha bir Magrip villası ve bahçesi yer alır. Arap bahçe mimarisinin güzel bir örneği olan Cennet’ül Arif’in “dünyanın en güzel bahçelerinden biri” olduğu söylenir. Bu bahçe önceleri bir köprüyle Elhamra sarayına bağlıydı ve herhalde Granada hükümdarları dinlenmek için bu villayı kullanıyordu. Bir avlunun sonunda Su Merdiveni vardır. Burada duyulara hitap eden ışık, renk ve farklı kokular ziyaretçileri cezbeder.


Granada’nın son hükümdarı Boabdil (XI. Muhammed), şehri Fernando ve Isabel’e teslim ettikten sonra ailesiyle sürgüne gider. Şehirden ayrıldıktan sonra, bugün El Suspiro del Moro (Magrip’in İç Çekişi) olarak adlandırılan yüksek bir tepede dururlar. Muhteşem kırmızı saraylarına son kez dönüp bakarlarken, Boabdil’in annesi ona şöyle söyler: “Erkek gibi savunamadığın saray için kadın gibi ağla!”


Her yıl Elhamra’yı ziyarete gelen üç milyon kişiden bazıları, hâlâ aynı tepeye gider. Boabdil gibi onlar da, taç gibi olan Granada’yı ve onun tepesindeki inci gibi duran Arap sarayını seyrederler. Bir gün Granada’yı ziyaret ederseniz, siz de Magrip kralının acısını anlayabilirsiniz.

 
 
Dışarıdan görüntüsü kale ve sur olan sarayın içine girince apayrı bir Dünya’ya gelmiş gibi oluyorsunuz.
 

 
 
 












 
Al Hambra’nın bulunduğu vadinin yanındaki tepede yer alan Albayzín, labirenti andıran dolambaçlı dar sokakları ve bembeyaz evleri ile Mağribiler’in eski Medine’si sayılıyor. Akşamüstü olunca Albayzín’de yer alan Mirador de San Nicolas meydanında veya civardaki kafelerin teraslarında yerinizi alın. Al Hambra sarayının karşı vadisinde yer alan bu lokasyondan, gün batımında Granada şehrinin ve Sierra Nevada dağlarının nefes kesici panaromik manzaralarını izlemek ve de Al Hambra sarayının duvarlarının değişen gün ışığı ile yavaş yavaş turuncudan kızıla, pembeden bordoya boyanmasına şahit olmak dünyanın en romantik deneyimlerinden birisi.


 


Sarayların ve kalenin yapımında kullanılan kırmızı kil sayesinde ortaya çıkan kızıl görüntü sonucu, Arapça’da ‘Kızıl Kale’ anlamına gelen ‘Al Qal’at al- Hamra’ adını almış.


 



 

 

 

 

 

 





 

 

 
 

Eski bir Mağribi kalesi olan Albayzín’in dar sokaklarında dolaşmak ve de otantik ‘teteria’ çay evlerinde naneli çayı yudumlamak hatta nargile içmek mümkün. Albayzín’de yer alan Akdeniz Mutfak Sanatları okulu yemek kursları, şarap ve peynir tadımları ve de Pazar ziyaretleri sunuyor.

 
 Capcanlı hayat tarzı ile klasik bir adres olan Realejo, dar sokak ve yolları, küçük meydanlarla çevrelenmiş evleri, hamamları, sinagogları ve kneset diye anılan buluşma mekanları ile çok özel bir yer.
 

 

 
 



                                                 EL HAMRA SARAYI’NIN GECE GÖRÜNÜŞÜ




 
 
 
 

Granada çingene mahallesinde ''Çingene Flamenko'su'' bir harikaydı ve Granada gecemize damgasını vurdu.

 
 
 
 
Albayzín’nin daha da yukarılarında dünyaca ünlü Flamenko’nun doğum yeri olan Sacromonte, eski bir çingene semti. Yamaçları oyarak yapılmış mağara evler Kapadokya’yı andırıyor, Bugün bildiğimiz flamenko, Güney Endülüs’te çok daha önce çingene kabileleri arasında ilkel formları görülmekle beraber, 18. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkmış, 19. yüzyılın ortalarına kadar yarı-gizli hayatını devam ettirmiş. Flamenkonun seceresi karışık. Hint ve Yunan ağıtları, Gregoryen şarkılar, İran melodileri, Mozarabik ceneza şarkıları, Yahudi ağıtları, Morisko şarkıları, Kastilya romansları ve Afrika dansları gibi kültürlerarası uzun bir yol katettikten sonra, tüm bu melodiler yerli Endülüs ritimleriyle kaynaşarak flamenko olarak bildiğimiz yeni türü doğurmuş.
 
 




 

 

İSPANYA-Valencia



 TURİA BAHÇESİ, BEGONYALAR VE PORTAKAL BAHÇELERİ İÇİNDE VALENCİA 

Oğlum, kızım ve ben bu sene yaz tatili kültür turu için İspanya’yı seçtik. Ben turlarla gitmeyi tercih ettiğim için yine anlaştığımız bir turla yola koyulduk. Bu sefer turumuzun şoförleri  Türk idi. Özellikle Tekirdağlı olan şoförümüz Fuat kaptan hem şivesiyle, hem neşesiyle bizlere güzel bir tur olmasını sağladı. Turdaki arkadaşlarla zaman içinde oldukça kaynaştık.

 Valencia havalanından İspanya gezimizin ilk durağı olan Valencia ‘ya geldik. Önce panaromik bir gezi yapıldı. Bu esnada da rehberimiz Eren Bey bize Valencia tarihini anlattı.

Valencia, İspanya’nın Madrid ve Barcelona‘dan sonra en büyük üçüncü şehri, ancak yerleşim yeri olarak en eskisidir. Romalılar tarafından  MÖ 138 yılında “Plaza de la Virgen” meydanında kurulmuş.

Roma’nın çöküşünden sonra pek çok kez el değiştirmiş ve 714 yılında Araplar tarafından işgal edilerek uzun bir süre müslüman egemenliği altında kalmış.

1238 yılında ise Aragon Kralı I. James tarafından fethedilmiş. Aragon Kralı, şehir düştükten ve kulenin birinin üzerinde dalgalanan bayraklarını gördükten sonra  o anki duygularını aynen şöyle anlatmış: “Nehir yatağındaydık, bahçeler ve surların ortasında. Bayrağımızı kulenin üzerinde görünce atlarımızdan indik ve başımızı doğuya doğru çevirerek ağladık ve tanrıya şükrettik”. Fetihten sonra şehir tekrar Hristiyanlaştırılmış ve Valencia Krallığı kurulmuş.

Valencia 15. yüzyılda ise altın çağını yaşamış. Nüfusu artmış ve tekstilde çok önemli bir konuma gelmiş. Şehir o kadar zenginleşmiş ki, o dönemde Kolomb’un Amerika’ya seyahati için Kraliçe Isabella’ya borç para bile verilmiş. Ancak Amerika’nın keşfi Akdeniz’de deniz ticaretini yavaşlatmış ve Valencia’nın ekonomik kriz yaşamasına sebep olmuş. 1500’lerin ortasından 19. yüzyıla kadar pek çok iç isyan ve savaş görmüş. 20. yüzyılda ise özerk bölge olmuş ve zenginleşerek İspanya’nın en önemli şehirlerinden birisi olmuş.

İspanya’da Teruel, Cuenca ve Valencia bölgelerinden geçip Akdeniz’e dökülen Turia Nehri,  75 kere taşmış ve hepsinde ciddi zararlar vermiş. Son olarak 1957 yılında yağan aşırı yağmurdan dolayı taşarak birçok kişinin hayatını kaybetmesine yol açmış ve şehre büyük zarar vermiş. Nehir üzerinde bulunan köprüler ve  evler yıkılmış. Bazı bölgelerde ise selin yüksekliği 5 metreye kadar ulaşmış. İspanya hükümeti ise bu felaketin artık tekrarlanmaması için çözümü nehirin yönünü değiştirmekte bulmuş. Nehir şu an iki koldan Akdeniz’e dökülmektedir.

Eskiden nehrin geçtiği bölge yani nehir yatağı ise park haline getirilmiş ve adına Jardin del Turia (Turia’nın Bahçesi) denilmiş. Bisiklet, yürüyüş ve dinlenmek için harika bir yer olmuş bana sorarsanız. Parkın en ucunda ise modern mimarisiyle dikkat çeken “City of Arts and Sciences” yani müze/aktivite yeri bulunuyor.












Yukarıdaki resimler otobüs içinden çekilmiştir. Resimde görülen köprüye ‘’Çiçekli yol’’ denmektedir. Köprünün her iki yanında çiçekler var ve harika bir görünüme sahip. Köprünün alt kısmı  ‘’Turia’nın Bahçesi’’ diye bahsedilen kısım.

                                       
  Parkın sonuna doğru ilerlerken alınan görüntüler





Ve son olarak geldik şehrin modern mimariyle yapılmış ve hatta sembolü olmuş o yapılarına. Valencia’nın bilim ve sanat merkezi olarak Türkçe’ye çevirebileceğim bu bölgede 6 adet farklı amaca hizmet eden devasa bina bulunuyor. Hepsi 1996 yılında Valencia’lı Mimar Santiago Calatrava tarafından planlanmış.


Bu bölgede;
Palau De Les Arts Reina Sofia yani Opera Binası 
·         Hemisferic yani dev gibi bir ekranda IMAX sinema salonu ki göz şeklinde mimarisi bulunuyor,
·         Museo de Las Ciencias Principle Felipe  yani bilim müzesi ki iskelet şeklinde mimarisi bulunuyor,
·         Agora  çeşitli etkinliklerin yapıldığı yer.
·         Umbracle  içinde çeşitli bitkilerin bulunduğu botanik park,
·         Oceanografic, Avrupa’nın en büyük akvaryumu

Fotoğraflar burayı ne kadar iyi anlatır bilemiyorum ama burayı görüpte etkinlenmemek elde değil.
 



                                                   

                                        







                                               
Valencia’nın old town (eski şehir merkezi) bölgesinde bulunan en önemli yapı bu Valencia Katedrali‘dir. İlk olarak 13. yüzyılda Araplar tarafından cami olarak yapılmış, ancak fazla kullanılamadan şehir hristiyanların eline geçince kiliseye çevrilmiş.

Müzede 12 havarinin heykeli ve resim galerisi bulunuyor. Ayrıca katedralin yanında bulunan çan kulesine çıkılabiliyor.











Plaza de la Reina, Valencia'nın en önemli meydanlarından biridir. 














Santa Catalina Kilisesi: Gotik sitil ve Roman Katolik tarza sahip kilise 13 . yüzyıl başlarında inşaa edilmiştir.
 


Valencia’nın old town bölgesi 14. yüzyılda surlarla çevriliymiş ve yukarıdaki kapı şehre girmek için kullanılan kapılardan biriymiş. 15. yüzyılda yapılmış ve Valencia’da hayatta kalan 2 kapıdan biri olma özelliğinde (diğeri Torres de Serranos). Bir dönem kadın mahkumların tutulduğu, bir dönemse savaş esirlerinin tutulduğu zindan olarak kullanılmış.


Torres de Serranos da yolumuzun üstünde bizi bekliyordu.
1300’lü yıllarda savunma amacıyla yapılmış iki kule. Gotik tarzda. Şehrin simgelerinden. İspanya iç savaşında Madrid’deki Prado müzesinden kaçırılan sanat eserleri burada muhafaza edilmiş.



       

Gezerken acıkırsanız Valencia’nın ‘’Paella’sı ‘’meşhurmuş. ( Pirinç, safran, deniz mahsulleri veya et, tavuk ile hazırlanıyor ve  ‘’Casa Roberto’’ sizin için doğru adres!)



Ayrıca taze müren, sarımsak, kırmızı biber ve patatesli sulu yemek "All i pebre",
deniz mahsullü noodle çeşidi "Fideuà",
kızarmış çörek "Bunyols",
tarçın,limon aromalı sütlü dondurma " Leche Merengada",
badem, balkabağı, çam fıstığı,tarçınlı kek "Arnadí".
Meşhur yemekleri arasında sıralanmaktadır.
Ayrıca içecek olarak ‘’Sangria’’ meşhurmuş. (Sangria, meyveli bir şarap kokteylidir. Tipik olarak içinde kırmızı şarap, meyve parçaları, şeker veya bal gibi bir tatlandırıcı ve rom ya da votka gibi kuvvetli bir içki bulunuyor.)


 
Valencia sokaklarını gezerken  Dünya'nın en dar lokantası özelliğini taşımakta olan yerlerden birini gördük. Lokanta sadece yukarıya doğru uzun ama bir o kadar dardı. 



Kısa bir yürüyüşün ardından yine mimarisiyle göze çarpan tarihi Mercado Central (merkez pazarına ulaşmak mümkün.
Taze meyvalardan, ayaküstü atıştımalık yiyeceklerden, içeceklerden alın ve Fartons Polo ile birlikte horchata için. Horchata chufa (bir çeşit yer bademi), su ve şekerden yapılan kıvamlı bir içecek, Fartons Polo ise horchataya batırılarak yenen yumuşak bir çeşit bisküvi.






VEEE meşhur Turia çeşmesi. Valencia'nın ana meydanı olan Placa de la Verge ve avlusunda yer alan Turia Çeşmesi de şehrin simgeleri arasındadır.