YILLAR ÖNCE BU ŞİİRİ OKUDUĞUMDA OLDUKÇA ETKİLENMİŞ VE BİR GÜN ENDÜLÜS'Ü GÖRECEĞİME İNANMIŞTIM İŞTE O GÜN BUGÜNDÜR.
ENDÜLÜSE
AĞIT
Çıkan iner, kalkan düşer, her yükselişin var bir sonu
Niçin bunca gurur maldan, mülkten, adtan sandan insanoğlu.
Oluşta ne var ki olduğu gibi dursun, hiç değişmesin.
Sen de gök gibisin, bir gün masmavi güneşlik, bir gün bulutlu.
Bu dünya kime kalmış, yaramış ki kalsın yarasın sana da.
Yok hiçbir çizgisinde bu yeryüzünün ölmezlik rengi ve ölmezlik kokusu
.........................................................................................................
. Sen de şahit olsaydın benim gibi onların
Yurtlarından koparılıp satılışlarına pazarda, ey Tanrı kulu.
O hıçkırıklar senin de aklını komazdı yerinde benim gibi.
Canı vücuttan çeker gibi ayırdılar anadan yavrusunu.
Ya o kızlar ki, yakuttan ve mercandan dökülmüşlerdi sanki.
Ve sabah bir dağ ucundan yeni çıkan bir güneşin masumluğu
İçindeki o Meryem yüzlü kızları da saçlarından sürükleyip götürdüler.
Kirli yataklarına. Haykırışları yırttı gökleri.Yürekleri parça parça, babalarsa kan kustu.
Daha ne anlatayım, yüreklerin erimesi için bir tanesi yeter anlattıklarımın:
Eğer o yüreklerde İslâmdan ve imandan bir eser varsa elbet ey Tanrı dostu!
Ebu'l-Bekâ Er-Rindi (Tercüme: Sezai Karakoç, İslam'ın Şiir Anıtlarından)
Çıkan iner, kalkan düşer, her yükselişin var bir sonu
Niçin bunca gurur maldan, mülkten, adtan sandan insanoğlu.
Oluşta ne var ki olduğu gibi dursun, hiç değişmesin.
Sen de gök gibisin, bir gün masmavi güneşlik, bir gün bulutlu.
Bu dünya kime kalmış, yaramış ki kalsın yarasın sana da.
Yok hiçbir çizgisinde bu yeryüzünün ölmezlik rengi ve ölmezlik kokusu
.........................................................................................................
. Sen de şahit olsaydın benim gibi onların
Yurtlarından koparılıp satılışlarına pazarda, ey Tanrı kulu.
O hıçkırıklar senin de aklını komazdı yerinde benim gibi.
Canı vücuttan çeker gibi ayırdılar anadan yavrusunu.
Ya o kızlar ki, yakuttan ve mercandan dökülmüşlerdi sanki.
Ve sabah bir dağ ucundan yeni çıkan bir güneşin masumluğu
İçindeki o Meryem yüzlü kızları da saçlarından sürükleyip götürdüler.
Kirli yataklarına. Haykırışları yırttı gökleri.Yürekleri parça parça, babalarsa kan kustu.
Daha ne anlatayım, yüreklerin erimesi için bir tanesi yeter anlattıklarımın:
Eğer o yüreklerde İslâmdan ve imandan bir eser varsa elbet ey Tanrı dostu!
Ebu'l-Bekâ Er-Rindi (Tercüme: Sezai Karakoç, İslam'ın Şiir Anıtlarından)
EL HAMRA SARAYI
Elhamra’daki La Polvorosa Kulesi’nde sergilenen dizelerinde de denildiği gibi:
“Ona sadaka verin bayan
bu dünyada
Granada’da kör olmak kadar
kötü bir felaket yoktur…”
Gerçekten büyülü bir şehir Granada. Müslüman ve İspanyol kültürünün içiçe olduğu, Batı ve Doğu’nun bir potada eridiği, hem dünyevi hem de ruhani zevklere hitap eden Granada, sadece dillere destan Al Hambra Sarayı için bile görülmeye değer. Lezzetli tapasları, flamenco şovları ve yüzyıllar öncesine dayanan tarihi mimari eserleri ile Granada, Avrupa’nın en gözde destinasyonlarından birisi.
İspanya’nın Endülüs Bölgesinde, ülkenin en yüksek dağları olan Sierra Nevada Dağları’nın eteklerindeki bir vadide kurulmuş Granada, asıl ününü Endülüs Emevileri’nden kalma büyüleyici Al Hambra Sarayına borçlu. Endülüs bölgesinin batısında, bölgenin en büyük şehri olan Granada, pek çok coğrafi farklılığı barındırıyor.
Granada 1492’de Kraliçe Isabel ve kocası Ferdinand’a son teslim olan Müslüman kenti. Bu zamana kadar Emeviler tarafından inşaa edilen bazı yapılar şehirde büyülü bir atmosfer yaratıyor. Granada’nın en önemli hazinesi Al Hambra Sarayı. İspanya’nın en yüksek dağı Sierra Nevada’nın eteklerinde 9. yüzyıldan itibaren kraliyet binaları inşaa edilmeye başlanmış. Ancak Al Hambra Sarayı, bugünkü büyüklüğüne ve ihtişamına 14. yüzyılda Endülüs Emevi’lerinin başında olan Nazari hanedanlığı sırasında ulaşmış. Sultan Yusuf I ve oğlu Sultan Muhammed V döneminde Al Hambra’da ardı ardına büyüleyici saraylar inşaa edilmiş, bahçeler oluşturulmuş.
Ayrıca Elhamra’da çok hoş bahçeler, çeşmeler ve havuzlar vardır.
Elhamra’da su bolca kullanılır. Bu da, çölün sıcak ve kurak havasına alışkın
insanlar için bir nimettir. Bahçenin tasarımcıları, insanı rahatlatan su sesini
dinlemenin bir zevk olduğunu ve suyun havayı serinlettiğini fark etmişlerdi.
İspanya’nın parlak göklerini yansıtan dikdörtgen havuzlar insanda ferahlık ve
aydınlık duygusu uyandırır.
Elhamra’nın bulunduğu, Sabika tepesine komşu Cerro del Sol tepesinde
Cennet’ül Arif adı verilen tenha bir Magrip villası ve bahçesi yer alır. Arap
bahçe mimarisinin güzel bir örneği olan Cennet’ül Arif’in “dünyanın en güzel
bahçelerinden biri” olduğu söylenir. Bu bahçe önceleri bir köprüyle Elhamra sarayına bağlıydı ve herhalde Granada
hükümdarları dinlenmek için bu villayı kullanıyordu. Bir avlunun sonunda Su
Merdiveni vardır. Burada duyulara hitap eden ışık, renk ve farklı kokular
ziyaretçileri cezbeder.
Granada’nın son hükümdarı Boabdil (XI. Muhammed), şehri Fernando ve
Isabel’e teslim ettikten sonra ailesiyle sürgüne gider. Şehirden ayrıldıktan
sonra, bugün El Suspiro del Moro (Magrip’in İç Çekişi) olarak adlandırılan
yüksek bir tepede dururlar. Muhteşem kırmızı saraylarına son kez dönüp
bakarlarken, Boabdil’in annesi ona şöyle söyler: “Erkek gibi savunamadığın
saray için kadın gibi ağla!”
Her yıl Elhamra’yı
ziyarete gelen üç milyon kişiden bazıları, hâlâ aynı tepeye gider. Boabdil gibi
onlar da, taç gibi olan Granada’yı ve onun tepesindeki inci gibi duran Arap
sarayını seyrederler. Bir gün Granada’yı ziyaret ederseniz, siz de Magrip
kralının acısını anlayabilirsiniz.
Dışarıdan
görüntüsü kale ve sur olan sarayın içine girince apayrı bir Dünya’ya gelmiş
gibi oluyorsunuz.
Al Hambra’nın
bulunduğu vadinin yanındaki tepede yer alan Albayzín, labirenti andıran
dolambaçlı dar sokakları ve bembeyaz evleri ile Mağribiler’in eski Medine’si
sayılıyor. Akşamüstü olunca Albayzín’de yer alan Mirador de San Nicolas
meydanında veya civardaki kafelerin teraslarında yerinizi alın. Al Hambra
sarayının karşı vadisinde yer alan bu lokasyondan, gün batımında Granada
şehrinin ve Sierra Nevada dağlarının nefes kesici panaromik manzaralarını
izlemek ve de Al Hambra sarayının duvarlarının değişen gün ışığı ile yavaş
yavaş turuncudan kızıla, pembeden bordoya boyanmasına şahit olmak dünyanın en
romantik deneyimlerinden birisi.
Sarayların ve kalenin yapımında kullanılan kırmızı kil sayesinde ortaya çıkan kızıl görüntü sonucu, Arapça’da ‘Kızıl Kale’ anlamına gelen ‘Al Qal’at al- Hamra’ adını almış.
Eski bir
Mağribi kalesi olan Albayzín’in dar sokaklarında dolaşmak ve de otantik ‘teteria’
çay evlerinde naneli çayı yudumlamak hatta nargile içmek mümkün. Albayzín’de
yer alan Akdeniz Mutfak Sanatları okulu yemek kursları, şarap ve peynir
tadımları ve de Pazar ziyaretleri sunuyor.
Capcanlı hayat tarzı ile klasik bir adres olan Realejo, dar sokak ve yolları, küçük meydanlarla çevrelenmiş evleri, hamamları, sinagogları ve kneset diye anılan buluşma mekanları ile çok özel bir yer.
EL HAMRA SARAYI’NIN GECE GÖRÜNÜŞÜ
Granada çingene mahallesinde ''Çingene Flamenko'su'' bir harikaydı ve Granada gecemize damgasını vurdu.
Albayzín’nin daha da
yukarılarında dünyaca ünlü Flamenko’nun doğum yeri olan Sacromonte,
eski bir çingene semti. Yamaçları oyarak yapılmış mağara evler Kapadokya’yı
andırıyor, Bugün bildiğimiz flamenko, Güney Endülüs’te çok daha önce çingene
kabileleri arasında ilkel formları görülmekle beraber, 18. yüzyılın sonlarına
doğru ortaya çıkmış, 19. yüzyılın ortalarına kadar yarı-gizli hayatını devam
ettirmiş. Flamenkonun seceresi karışık. Hint ve Yunan ağıtları, Gregoryen
şarkılar, İran melodileri, Mozarabik ceneza şarkıları, Yahudi ağıtları, Morisko
şarkıları, Kastilya romansları ve Afrika dansları gibi kültürlerarası uzun bir
yol katettikten sonra, tüm bu melodiler yerli Endülüs ritimleriyle kaynaşarak
flamenko olarak bildiğimiz yeni türü doğurmuş.